Yarasaların Öcü





Yuva canlılar için önemlidir. Yaşama eyleminin başladığı, gerektiğinde sığınıldığı, üreme işlevinin yerine getirildiği, türün sürekliliğinin sağlandığı yataktır. Yuva canlı varlıkların var oldukları ilk çevredir.

İnsanlığın toplumsal deyişlerinde, her dilde, “yuva bozmak” olumsuz bir davranış olarak kabul edilir, hatta lanetlenir.


Balıkesir ilinde, Kaz Dağı ile Madra Dağı arasında kalan vadiye uzanan Havran Ovası, aslında zeytin ağaçlarının yuvasıdır. Bu yörede her yan zeytin bahçeleriyle kaplıdır. İnsanların çoğu karınlarını zeytincilikle doyurur. Sofralık zeytini de, zeytinyağı da nitelikte eşsizdir.

Antik çağlarda, kokulu üzümleriyle Pergamon kraliçelerine ürün sunan bu bereketli topraklar, Edremit Ovası’yla birlikte Thebe Ovası olarak da anılırdı.

Zeytin ağaçları mayıs sonu haziran başında çiçek açar. Sarı beyaz çiçekler rüzgarla, arılarla, böceklerle, diğer uçucularla döllenir, meyveye yatar. İyi rüzgar varsa, uçan canlılar polenleri ağaçlar arasında iyi taşırsa o yıl ürün bol olur. Aksi, üretimde hüsrandır.

Büyük bilgin Albert Einstein bile; “Arılar yok olursa insanlık da birkaç yıl içinde yok olur!”, demiyor mu?

Son yıllarda Havran yöresinde arazilerin sulanması için küçük bir baraj yapılır. Amaç, yaklaşık 3 bin 500 hektar alanı sulamak, aynı zamanda taşkınları önlemektir. 72 milyon TL harcanarak gerçekleştirilen bu yatırım bölgede sevinçle karşılanır. Üretim artacak, teknik kolaylaşacaktır. Beklenti budur.

Ancak bir sorun vardır! Barajın yapıldığı, bir yanı kayalık alanda, yarasa yuvaları bulunur.

Yarasalar büyük mağaralarda barınırlar. Yöre onların doğal yaşama ortamıdır. Belki de yüzbinlerce yıldır orada yaşamaktadırlar. Çevrenin bir parçasıdırlar.

Yarasa ilginç bir varlıktır. Uçabilen tek memeli hayvandır. Kanatları deridir. Küçücük gözleriyle de görebilir ama genellikle kanatlarını çırparken çıkardığı yüksek frekanslı seslerin bir cisme çarpıp yansımasıyla çevrelerindeki varlıkları, avları algılar.

Ses dalgalarına duyarlıdır. Canlı radar gibidir! İnsan kulağı, frekansı en çok 20 bin olan sesleri duyarken, yarasa frekansı 200 bin olan sesleri rahatlıkla duyabilir.

Böceklerle, sineklerle, meyvelerle beslenir. Yuvalarında, baş aşağı durarak uzun kış uykularına yatar.

Bilimsel adı Myortis Emerginatus olan Havran’ın yarasaları çevrede insanlardan saygı görmektedir. Çünkü onlar, kendi beslenmeleri için zeytin çiçeklerine zarar veren sinekleri, tırtılları yemekte, çiçeklerin döllenmesine yardımcı olmaktadır. Bu da çiftçiler için iyi bir şeydir.

Bu nedenle, Havran barajında su tutulmadan önce, çevre koruma bilincinin yükselmesi, bölge insanlarının ısrarıyla, yuvaları suya gömülecek yarasaları korumak için yetkililer tarafından yapay mağaralar yapılır.

Gel gör ki, evdeki hesap çarşıya uymaz!

Baraj suyla dolup, İnboğazı denen yerdeki mağaralar göl altında kalınca, yarasalar ortadan kaybolur. Yuvaları bozulmuştur.

Sonradan yapılan sığınaklara göç etmeleri, taşınmaları umulur ama sağda solda rastlanan yarasa ölülerinden başka yarasa çevrede görülmez. Yapay mağaralar boştur.

Yapay yuvalara değil, hala gerçek yuvalarını aramaktadır belki kayıp yarasalar!

Yörede sesler yükselmeye başlar. “Sayıları 20 bin olarak tahmin edilen yarasa nüfusunun nereye gittiği, ne olduğu sorulur.”

Bu arada, bölge ekonomisinin can damarı olan zeytin, zeytinyağı üretiminde 2009 yılı bol ürün beklenen bir yıldır. Havalar uygun gitmiş, toprak bol yağış almıştır. Ağaçlar çiçeklerle doludur. Ve çiçekler meyve tutar. Zeytin üreticisi için en önemli tarımsal mücadele, zeytin sineği denen zararlıya karşı yapılan mücadeledir.

Zeytin tanesini zedeleyen bu sinek, tanelerin yere düşmesine, çürümesine, dolayısıyla zeytinyağı kalitesinin azalmasına, az ürün elde edilmesine yol açar.

Çiftçi bu zararlıyla değişik yöntemlerle mücadele eder ama, kimilerine göre, aslında bu sinekleri doğal olarak yok eden yarasalardır. Bilim adamlarına göre günde 2 bin-2 bin 500, 100-250 kg sinek yerler. Doğal besin zinciri, doğanın kendi dengesini kurmasında en önemli etkendir.

İddialara göre, baraj yapımıyla üretim artışı beklenirken tam aksi görülmüş, yarasaların yok olmasıyla ürün kaybı artmıştır. 2009 yılı üretiminin düşük olmasının nedenlerinden biri olarak yarasaların yuvalarının bozulması kabul edilir.

Biliniyor ki, içinde yaşadağımız doğa binlerce yıllık doğal oluşumun sonucudur.

Çevreye, iyi düşünülmeden, iyi araştırılıp değerlendirilmeden, yalnızca ekonomik kaygılarla ve güncel ihtiyaçları karşılama güdüsüyle yapılan müdahaleler hiç beklenmeyen olumsuzluklarla karşılaşılmasına neden olabiliyor.

Doğanın dengesiyle oynanması yalnız diğer canlıları değil, insanların varlığını da tehdit ediyor.

İnsanlık yalnızca yılanların, yarasaların değil, tüm doğanın öcünden çekinmelidir.

Bunun tek yolu doğaya ve çevreye saygıdır.

BİZİMBAHÇE


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Işığı Tanımamış memeli .... (yarasasızlaşmak)

Dupnisa Mağarası, yarasalar için büyük önem taşıyor.Küçük fare kulaklı yarasa, mağaranın sakinlerinden..
M. OKTAR GÜLOĞLU


Buğday Derneği 'nden Güneşin Aydemir , yarasaları, yere inememiş, ışığı tanıyamamış bu memelilerin hassas dünyasını anlatıyor:


Çatısı henüz kapanmamış küçük bir ahşap kulübe yapıyorduk. Üstünü de güneşin yakıcı alevinden korunmak için geçici olarak kıl bir yaygı ile örtmüştük. Gün akşama dönünce yaygıyı kaldırdı Victor, daha doğrusu savurdu şöyle bir. Hayal misali bir yaratık uçuverdi, uçuverdi, geldi Victor'un bacağına tutundu. İncecik parmaklarıyla bir çocuk gibi sımsıkı sarılmıştı. O kadar narin ve sevimliydi ki hareketsiz duruyordu Victor, ben de eğilmiş epey bir tezahüratta bulunmuştum. Gören Victor'un bacağını incelediğimi sanabilirdi, nereden bilecekti ki orada küçük bir yarasa var ve ona bakıyorum...


Kanatları yumuşacık, kadife gibiydi. Kafası ufacıktı ve yan duruyordu. Elleri, parmakları ve tırnakları çok belirgindi. Gecenin yaratığı olduğu her halinden belliydi. Yavru bir canlıydı. Belki de orijinal büyüklüğü ve ifadesi böyleydi, aslında yetişkin bir yarasaydı. Ama tıpkı bir yavru gibiydi işte. Evrimin bir noktasında kalmış gibiydi. Yere inememiş, ışığı tanıyamamış bir memeliydi. Zeytinliğimizdeki zeytin sinekleriyle besleniyordu ve bu nedenle de onu ayrıca seviyorduk. İyi ki vardı ve iyi ki buradaydı. Sıkılmış olmalı ki, birden uçup gitti...

Dupnisa'nın Yarasaları


Yarasaların ilginç bir yaşamı vardı, bunu biliyordum. Doğal Hayatı Koruma Derneği'nde çalıştığım dönemde, 2001 yılı olabilir, tesadüfen sekreterin telefonda şu cümleleri söylediğini duydum.
'Evet ama beyefendi, biz yarasalarla ilgilenmiyoruz, yani kuş olsa neyse, uçuyor ama kuş değil ki...'
Kaynar su başımdan aşağıya boşaldı. Nasıl oluyor da ilgilenmiyoruz? Yarasalar ne zamandır doğal hayatın dışında sayılıyor ki biz onlarla ilgilenmiyoruz? Ona telefonu vermesini söyledim:


'Kusura bakmayın, buyurun sizi dinliyorum, sorun nedir?'

Karşımdaki ses biraz afalladı ama nihayet derdine derman olabilecek birine ulaştığı için de memnundu tabii.


'Ben Boğaziçi Üniversitesi'nin mağara araştırma grubundanım' diye söze başladı. 'Bizim sürekli gidip antrenman yaptığımız bir mağara var İğneada'da; Dupnisa Mağarası. Burada birçok yarasa yaşıyor ama mağarayı turizme açacaklarmış, o nedenle içinde inşaat yapıyorlar.'.


'Peki söyler misiniz, bu yarasalar hangi tür, sayıları ne kadar, nasıl bir turizm?'

Bir dedektif gibi soru soruyordum, o da cevaplıyordu.

'Bu, ender türden bir mağara. İçinde dere akıyor. Sulu ve kuru galerileri var, gerçekten tam bir doğa harikası. Yarasalar da sanırım iki türden ve çok sayıda, yani hocamız ‘Doğu Avrupa'nın en önemli mağarası' diyor.'
'Sizin hoca?'
'Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü'nden Andrezj Furman, kendisi yarasa uzmanıdır.'
'Tamam ben ilgileneceğim, sizi ararım' diyerek telefonu kapattım.
Önce Andrzej Furman ile görüştüm. Konu bir dilekçe ile yetkili mercilere bildirildi ve inşaatı durdurma ve bilirkişi ziyareti yapma kararı alındı. Sonra ben, Furman ve Kültür Bakanlığı yetkilileri birlikte mağaraya gittik. Mağarada on binlerce yarasa tavana yapışmış, aşağıya doğru sarkmıştı. Gerçi inşaat durmuştu ama bize mağarayı göstermek için bir jeneratör ışık yaktılar. O an Furman çıldırdı:
'Yarasalar şu anda kış uykusunda, metabolizmaları neredeyse durmuş vaziyette. Normal şartlar altında sürekli beslenmeleri gerekir, çok uzun zamandır beslenmeden bu şekilde uyuyorlar. Mağaradaki en ufak bir ısı-nem değişikliği onlara kış uykusu bitti mesajı verir ve kıpırdanmaya başlarlar.'


Nitekim kıpırdanmaya başlamışlardı bile. Furman bir sismograf gibi, az sonra olacak bir depremi haber veriyordu sanki.


'Kıpırdanınca da yere düşerler ve hiç enerjileri olmadığı için bir daha kalkamazlar, tekrar uyumaya devam edemezler, hepsi bir anda ölmeye başlar. Siz deli misiniz, ne yaptığınızın farkında mısınız?'


Sesi gittikçe sinirlendiğini gösteriyordu ve gerçekten de önümüze iki yarasa düşüverdi.

Ben gözlerime, kulaklarıma, etrafımda olanlara inanamıyordum. Üzerinde durduğum beton platforma da inanamıyordum. Üst mağara ile alt mağarayı birleştirmek için yapılan merdivene de, mağara boyunca döşenen aydınlatma elemanlarına da inanamıyordum. Hızla mağarayı terk ederken inşaat ekibinden biri, benim hayret ve tiksinti ile beton dökülmüş tabana baktığımı yakaladı ve bir açıklama yapma gereği duydu:
'Tabii efendim, şimdi bu yol böyle kalmayacak, yani bittiğinde taş döşenmiş olacak, siz de inanamayacaksınız, çok güzel olacak, doğal görünecek.' Ben zaten inanamadığımı, inanamamam için daha fazla şey yapmalarına da gerek olmadığını söyledim.
Ama o açıklama yapmaya istekliydi:

'Yani işte mağaranın taşlarından kullanacağız, aynen mağara gibi olacak.'


Bunları sırıtarak söylüyordu. Karşımdaki insanın gerçekten insan olup olmadığını merak ediyordum, yoksa az sonra elini çenesine götürecek ve yüzünün üzerindeki deriyi sıyırarak bana gerçek yüzünü mü gösterecekti? Yoksa vampir miydi? Bir yarasa vampiri. Evet, yarasa kanıyla beslenen bir vampir olabilirdi...


O ziyaretin sonucunda mağara doğal sit ilan edildi ama sonra sit derecesi düşürüldü diye hatırlıyorum.

Konuyu uluslararası platforma da taşıdım, yarasa uzmanlarıyla konuştum. Onlara raporları gönderdim, onlar da Bern Sözleşmesi sekreteryasında bir dosya açılması için lobi yapmaya karar verdi. Bunu Çevre Bakanlığı'na ilettim. Eğer bir dosya daha açılırsa çevre karnesine bir düşük not daha gelecekti. Zaten Caretta caretta'lar nedeniyle durumumuz parlak değildi. İşe yaradığını söyleyebilirim. Atlas'ta da bir yazı çıktı hatta o dönemde.

Dupnisa Mağarası'na epeydir gitmiyorum, uzun zaman oldu hatırını sormadım. Belki birlikte gideriz bir ara. Kim bilir?

İşte yarasaların öyküsü budur bendeki.

Yazı: Güneşin Aydemir / Atlas Şubat 2010, Sayı 203


Yeşil Atlas


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Bu çalışma yarasalar için


Türkiye'deki yarasaların sayısı, dağılımı ve tehditlerin araştırılması için Türkiye'deki Önemli Yarasa Mağaralarının Belirlenip Koruma Altına Alınması adlı çalışma başladı




İnternet üzerinden yarasa ihbarlarının toplandığı bu çalışmaya yaşadığı bölgede yarasa olan herkesin katılması bekleniyor.
Proje ekibi çalışmayı şöyle tanımlıyor:

-Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen 2011 Yarasa Yılında, doğa koruma odaklı çalışan sivil toplum kuruluşları, bilim insanlarını, yöre halkını ve meraklıları biraraya getirip Türkiye'deki yarasaları ve yaşam alanlarını tehdit eden unsurlar hakkında bilgilendirmek, aynı zamanda bilimsel araştırmalarımıza yön verebilmesi adına, Türkiye çapındaki yarasa yuvaları/kolonileri hakkında da onlardan bilgi almak. Böylece, bilimsel araştırmalar sonunda, Anadolu topraklarında yaşayan yarasa türlerine ve popülasyon büyüklüklerine dair bilimsel verileri toplayarak yarasalara ve habitatlarına yönelik yasal koruma statüleri edinebilmek."

Türkiye'de yaşayan yarasa türleri ve bu türlerin bulundukları habitatlar Bern Anlaşması uyarınca yasal olarak koruma altına alınmıştır. Ancak yarasaların hangi mağaralarda yaşadıklarının bilinmemesinden ötürü pratik olarak bir koruma yapılamamaktadır. Öte yandan Türkiye'de birçok mağara habitatı turizm, definecilik, barajlar ve taş ocakları gibi birçok etmenden ötürü tehdit altındadır.

Yarasalar Hakkında

Yarasalar, 1100 farklı türe sahiptir ve memeliler arasında en büyük çeşitliliğe sahip gruplardan biridir (tüm memeli türlerinin yaklaşık %20’si).
Yarasaların büyük çoğunluğu mağaralarda ya da ağaçlarda yaşar.

Yarasalar gündüz uyuyan ve gece avlanan canlılardır.

Bazı yarasa türleri kış uykusuna yatarlar. Kış uykusu süresince yarasaların vücut ısıları düşer. Kış uykusuna yatan yarasalar bazen tek başlarına, bazen de ısı kaybını azaltmak için koloniler halinde bir arada bulunabilirler. Yarasa kolonileri farklı türlerden binlerce yarasa barındırabilir.

Yarasaların büyük bölümü (%70’i) böceklerle, geri kalanların çoğu da meyveyle beslenirler. Tek bir mağarada yaşayan yarasa kolonisi, gece boyunca tonlarca sivrisinek, güve ve benzeri böceği yiyerek bu canlıların popülasyonunun kontrolünde önemli bir rol üstlenirler.



İLGİLİ DİĞER YAZILAR :

Edremit Körfezinde Yarasa katliamı

Yarasalar Direniyor . baraj faaliyete geçemiyor


Devamı İçin Tıklayınız...>>

Edremit Körfezi’nde Yarasa Katliamı


( Oldukça eski  , ama  bu  yılın  Yarasa Yılı  olması nedeniyle , ilginç bir haber...
İzleyin: )

Çevre ve Orman Bakanlığı , Edremit Körfezi Havran’daki dünya ölçeğinde önemli yarasa mağarasının girişini kapatarak ve içini ışıklandırarak yarasaları mağaralarını terk etmeye zorluyor.
Havran’daki yarasa mağarası on türden 20 bin yarasaya ev sahipliği yapıyor ve bu nedenle Avrupa ve Türkiye’nin en önemli mağaralarından biri olarak kabul ediliyor.

Türkiye doğasını korumakla sorumlu Çevre ve Orman Bakanlığı, Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası anlaşmaları ve Hayvanları Koruma Kanunu’nu ihlal ederek toplu yarasa katliamı gerçekleştiriyor.



Havran’daki dünya ölçeğinde önem taşıyan yarasa mağarası, 1995 yılında yapımına başlanan Havran Barajı’nın su toplama havzası içinde yer alıyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı, mağaranın sular altında kalacağının anlaşılmasının ardından oluşan Avrupa Birliği’nin baskıları üzerine çözüm olarak yarasalar için yapay bir mağara inşa etmişti. Ancak yarasalar sular altında kalacak doğal yuvalarında kalmaya direndi ve yeni mağaraya taşınmadı. Çevre ve Orman Bakanlığı bu durum üzerine mağaradaki yarasaların gürültü yapılıp ışık tutularak çıkarılmasına karar verdiğini açıklamıştı.

Bölgeden gelen son bilgiler, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın mağaranın girişini yarasalara kapatarak içini ışıklandırdığını doğruluyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, bu faaliyeti ile Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası anlaşmaları ve Hayvanları Koruma Kanunu’nu ihlal ediyor.

Konu hakkında açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken şunları söyledi: “Binlerce dişi yarasanın çiftleşmek, doğum yapmak ve yavrularını emzirmek için kullandığı Havran’daki yarasa mağarası, Kuzey Ege’de yaşayan yarasalar için alternatifi olmayan bir yaşam alanı.
Yarasaların kış uykusuna hazırlandığı bu dönemde mağaranın kapatılması ve ışıklandırılması yarasaların sonu anlamına geliyor. Buradaki yarasa nüfusunun yok edilmesiyle, bölgedeki yarasaların nüfusunda ciddi bir azalma yaşanacak.
Zeytin zararlısı böceklerle beslenen ve zeytincilerin doğal destekçisi olan yarasaların azalmasıyla, bölge ekonomisi için büyük değer taşıyan zeytinliklerdeki doğal denge de bozulacak.”



Eken, sözlerine şöyle devam etti: “Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, asli sorumlulukları nı görmezden gelerek baraj sektörünün temsilcisi haline gelmiştir. Eroğlu’nun projeleri nedeniyle Türkiye’de yok olan canlı türünün ve doğal alanın haddi hesabı yoktur. Havran’daki yarasa mağarasında olup bitenler, Bakan’ın göz yumduğu yanlışlardan biridir. Hükümet, Türkiye’nin dört bir yanında Çevre ve Orman Bakanlığı eliyle yürütülen doğa katliamını ivedilikle durdurmalıdır”.

www.dogadernegi.org/


konunun tartışmaları :




bu işin bilimadamları (!) desteğiyle yapılması daha da vahim.
eskiden DSİye karşı çıkan tek kurum Çevre-Orman Bakanlığıydı. artık bu tarih oldu. bugün bakanlık DSİnin altında bir kurum gibi.

bu arada dün Havrandan arayan bir çevre derneği başkanının söylediği: bu elektrik barajı değil; sulama barajı değil, peki ne? Civarda çalışacak madenocaklarının ihtiyacını karşılamak için bir su deposu.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken şunları söyledi:
“Binlerce dişi yarasanın çiftleşmek, doğum yapmak ve yavrularını emzirmek için kullandığı Havran’daki yarasa mağarası, Kuzey Ege’de yaşayan yarasalar için alternatifi olmayan bir yaşam alanı. Yarasaların kış uykusuna hazırlandığı bu dönemde mağaranın kapatılması ve ışıklandırılması yarasaların sonu anlamına geliyor. Buradaki yarasa nüfusunun yok edilmesiyle, bölgedeki yarasaların nüfusunda ciddi bir azalma yaşanacak. Zeytin zararlısı böceklerle beslenen ve zeytincilerin doğal destekçisi olan yarasaların azalmasıyla, bölge ekonomisi için büyük değer taşıyan zeytinliklerdeki doğal denge de bozulacak.”
kaynak:www.ebmhaber.com/detay/10336/edremit-korfezi%E2%80%99nde-yarasa-katliami-iddiasi.htm

Bugüne kadar biz ( özllikle bu doğal yardımcılardan faydalanan çevre halkı )neredeydik acaba:(
Okuma,araştırma ve bilgilenme çabalarımız olmadığı için yumurta kapıya geldiğinde uyanıyoruz,her zamanki gibi.Başka ülkelerde insanlar , sivil toplum kuruluşları daha işin başındayken duruma müdahale ederken,(tabii ki çevre halkı ön planda böyle durumlarda),biz maalesef okuma,bilgilenme ve araştırma alışkanlığımız olmadığından,çevre bilincimiz ise hiç olmadığından ancak işler son aşamaya geldiğinde ,artık neredeyse iş işten geçtikten sonra uyanıyoruz.
bu bölgedeki - magaradaki yarasalar uzerine bir suredir calisan biyolog var mi acaba? ayni zamanda böcekler uzerine de...
stk lar da olabilir...
belki bunu gundeme getirebiliriz..
konunun farkli boyutlariyle ilgili calisan bilim insanlari, stk lar varsa iletisime gecmek isterim... özelden de email atabilirsiniz..
ahmet bey, belki ozellikle de siz yonlendirebilirsiniz bizi.. daha fazla ileri gitmeden acaba bir bölüm yapilabilir mi uzerine? magara girisi kapatilmis yaziyor haberde, girmek hicbir sekilde mumkun degil midir? denetleniyor mu grisler acaba?
sanırım doğru adrestesiniz Öykü Hanım.
Havran mağaraları ta 1950lerde Prof.Dr. Melahat Çağlar hocanın araştırmalar yaptığı, Türkiyede ilk araştırılan mağaralardandır.
daha sonra yerli yabancı pekçok biliminsanı buradaki yarasaları incelemişti. 2004 yılında Kazdağları Milli Parkındaki çalışmalarımızı yürütürken, önceden beri bildiğim bu mağarada ben de incelemeler yaptım. Tür çeşitliliği, önceki literatüre yansıyanlardan daha fazlaydı. Birey sayısı da yaklaşık 20 bin civarında olup; Avrupadaki ve Türkiyedeki en önemli mağaralardan biriydi.
Dönüşte Ankarada bakanlığa sesimizi duyurmaya çalıştık. 1-2 yıl hiç ses çıkmadı. daha sonra twinning projesi kapsamında yurdumuza gelen iki Alman biyolog da aynı yerde incelemeler yaptı ve bana sonuçlarımızı ortak yayınlamayı teklif ettiler ve makale halinde Almanyada Zoology in the Middle East dergisinde yayınlandı.
önceki yıl basında çıkan haberlerde üstü kapalı bizim gayretlerimizden bahsedilip, almanların teyidinden sonra Türk bilimadamlarının tespitleri onaylandı cinsinden bazı haberler çıktı. bu da işin ayrı bir vehameti. kendi insanımıza, Türk bilimadamlarına güvenmeyip, akademisyen olmayan almanların teyidine ihtiyaç duyulması gibi komik bir durum:)
neyse maksadım, reklam yapmak falan değil, ancak sesimiz bundan 5 yıl evvel duyulsaydı ve bizi ciddiye alsalardı belki bunların hiçbiri olmayacaktı demek istiyorum.

istek üzerine DSİ genel müdürüyle görüşen üye arkadaşımız ve dünya çapında ornitoloji çalışmalarıyla adını duyuran Çağan Şekercioğlunun kuşlardaki gibi verici bağlantısıyla yarasalarda çalışıp çalışmayacağı sorulmuştu. Küçük bir ekip halinde bu çalışmayla ilgilenirken; bizden bizden habersiz durum, katliam boyutuna taşındı.
Sağolsun bir diğer dostum, Doğa Derneği başkanı Güven Eken, konuyu basına taşıdı. ama her yerden feryat figan sesleri geliyor. Yerel dernekler ve basın da olayın peşini bırakmıyor. Sıkça telefonla aranıyorum.

Bu bağlamda; bildiğiniz gibi Sultansazlığındaki çekimlerinize nasıl destek olduysam; Havranda da varım.
buradaki hayatın ne kadarını kurtarabilirsek kardır. e-posta ile iletişim bilgilerimi gönderiyorum.

teşekkürler Emine Nurhan Hanım.
aşağıda Öykü Hanıma da yazdığım gibi ilk S.O.S. çağrısını yapan sanırım bendim. 2004 Mayısında bakanlığa sesimizi duyurmaya çalıştıysak da fazla başarılı olamadık.
bazı bilimadamlarımızın (!) rant kavgası da işin cabası. ver parayı al onay raporunu hesabıyla çalışırsak, ne doğa düşünürüz, ne gelecek.
Avrupa baskıları olmasaydı belki bu katliam 3-4 yıl evvel olacaktı.
artık sıra bizde Güven gibi bizler de kamuoyunun dikkatini çekip, olayın vehametini anlatabilirsek; sanırım büyük bir iş başarabileceğiz.
sağlıcakla kalın, iyi geceler.
 TRAMEM

İLGİLİ DİĞER HABERLER

 Bu çalışma yarasalar için
Yarasalar  direniyor, Baraj faaliyete geçemiyor

Olay oldukça eski ama ilginç değil mi. Şu anda sonuç nedir dersiniz ?


Devamı İçin Tıklayınız...>>

HES ' ler Doğayı Katlediyor ! Karadeniz insanının yüreği acıyor ......







Kurul adına açıklama yapan İnşaat Mühendisleri Odası Trabzon Şubesi Başkanı Mustafa Yaylalı, "Giderek kuruyan dere yatakları nedeniyle bölge insanının yüreği acımaktadır. Bu bölgede enerji üretilmesi ne kadar önemliyse, üretimi yaparken doğanın bozulmaması ve yatağından akan suyun bulunduğu vadiye verdiği hayatın yok edilmemesi de o kadar önemlidir" dedi.
Yaylalı, bölgedeki HES projelerinin denetlenmesi işinin tek bir otoriteye verilmesini ve doğaya zararlı projelerin itiraz yolu kapalı olacak şekilde acilen iptal edilmesi gerektiğinin de altını çizdi.

TMMOB Trabzon İl Koordinasyon Kurulu tarafından hazırlanan "HES ve Doğa. Hangisinden vazgeçebiliriz?" başlıklı rapor, 15 meslek odası başkanının katılımıyla açıklandı. Raporu okuyan İnşaat Mühendisleri Odası Trabzon Şubesi Başkanı Mustafa Yaylalı, Türkiye'nin toplam enerji üretiminin yüzde 82'sinin termik, yüzde 16'sının da hidroelektrik santrallerde yapıldığını kaydetti, enerji üretiminde ülke olarak yüzde 73 oranında dışa bağımlı olduğumuzu söyledi.
Karadeniz insanının yüreği acıyor

Yaylalı, HES'ler nedeniyle akarsuların yatağının kilometrelerce değiştiğini ifade ederek, "Bu durum ekosistemi olumsuz etkilemektedir. Kuruyan derelerin çevresinde yaşayan insanların uyum problemleri yaşayabileceği söylenmektedir. HES çevresindeki yolların yapımı sırasında doğaya ciddi zararlar verilmektedir. Bazı bitki ve hayvan türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dere yatağına verilen su oranının az olması çevre dengesini bozarken, tünel inşaatlarının atık malzemelerinin depolama sahası yerine doğaya bırakılması da çevre tahribatı yaratmaktadır.




Giderek kuruyan dere yatakları nedeniyle Karadeniz insanının yüreği acımaktadır. Dolayısıyla her havzanın ayrı ayrı planlanması ve bunun tek bir kamu otoritesi şeklinde yapılması suretiyle şu ana kadar verilen tüm lisansların gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu bölgede enerji üretilmesi ne kadar önemliyse, üretimi yaparken doğanın bozulmaması ve yatağından akan suyun bulunduğu vadiye verdiği hayatın yok edilmemesi de o kadar önemlidir" dedi.


"Dünyada kötü kabul edilen oran uygulanıyor"
Doğal hayatın zarar görmemesi için dere yatağına bırakılması gereken suyu belirlemek için dünyada Tennant Yöntemi ismi verilen bir yöntemin uygulandığını da belirten Yaylalı, "Bu yöntemde dere yatağına bırakılan su miktarına göre koruma dereceleri belirlenmiştir. Yüzde 60 ve üstü mükemmel yüzde 10 kötü olarak derecelendirilmiştir. Türkiye'de bir çok HES'te ise yüzde 10 'yeterli oran' olarak kabul edilmektedir. Yani Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki vadilerin koruma derecesi 'kötü' sınıfında yer almaktadır. ÇED raporları hazırlanırken bütüncül bir havza planlaması yapılmamaktadır" diye konuştu.

"Otorite boşluğu var"

Mustafa Yaylalı, doğal dengeyi bozmadan yapılacak her türlü HES'in ülkenin menfaatine olduğunu ve karşı çıkılmaması gerektiğini de ifade ederek şunları söyledi: "Ancak HES'lerin yapım aşamasındaki denetleyici kurumun hala net bir şekilde belli olmaması, yatırımcıların yasal boşluklardan yararlanıp doğayı katletmesine zemin hazırlamaktadır. Bir an önce HES yapımı ile ilgili tek yetkili denetleyici kurum belirlenmeli, bu kurumun belirlemiş olduğu yapım kriterlerine uymayan firmaların lisansları itiraz yolu kapalı olacak şekilde iptal edilmelidir. Yapım aşamasında depo sahaları dışına hafriyat dökümü caydırıcı cezai yaptırımlarla engellenmeli, 'cezayı öderim, doğayı kirletirim' mantığıyla hareket edilmesinin önüne geçilmelidir. HES'lerle ilgili her havza ayrı ayrı planlanmalı ve verilen lisanslar gözden geçirilmelidir. Cansuyu miktarı bilimsel verilere göre hesaplanmalıdır. Şu anda çevreyi kirleten firmaların şikayet edileceği merciin neresi olduğu bilinmemektedir. HES projeleri kapsamında yapılacak tüm yapıları İl Özel İdareleri ruhsatlandırmalıdır. Koruma kapsamındaki alanlarda HES'lere izin verilmemelidir. Rüzgar, güneş ve jeotermal gibi temiz enerji teknolojileri de gündeme alınmalıdır. Enerjide dışa bağımlılığımızı gerekçe göstererek doğal güzelliklerimizi ve gelecek nesillere miras olan kültürel varlıklarımızı yok eden projelere onay vermemeliyiz."



HES rekoru Trabzon'da

TMMOB verilerine göre Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki HES projesi sayısı 350. Bu projelerin 7'si işletmede, 25'i inşaat halinde, 119'u su kullanım hakkı, 199'u da fizibilite çalışması aşamasında. En fazla HES projesi olan il 125 projeyle Trabzon. Trabzon'u 75 projeyle Giresun, 66 projeyle Rize, 42 projeyle Ordu, 26 projeyle Gümüşhane ve 16 projeyle Artvin izliyor. 350 proje tamamlandığında kurulu güç toplam 4 bin 704 megavata ulaşacak ve yılda 16.65 milyar kilovatsaat enerji üretilecek. Bu enerji üretimi 3 Keban Hidroelektrik Santrali'nin üretimine eşdeğer olacak. Bu miktarda bir üretim aynı zamanda Türkiye'deki toplam hidroelektrik üretiminin yüzde 46'sına, toplam enerji üretiminin ise yüzde 7'sine denk gelecek.

KARADENİZ GÜNDEM


Devamı İçin Tıklayınız...>>
 
Clicky Web Analytics